Hayır, bu yazı küresel ısınma ile ilgili değil. Söz konusu olan, Türk-Yunan ilişkilerinden bildiğimiz “Ege’de Sular Isınıyor” tarzı bir ısınma.
Temmuz ayındaki NATO zirvesinde tartışılacak konulardan biri, Kuzey Kutbu’nun geleceği. Konu bir uluslararası güvenlik meselesi, zira bu bölge küresel güç mücadelesinin yeni satranç tahtalarından biri haline gelmiş durumda. Oyuna dahil olan oyuncu sayısı ise zannedilenden fazla.
ABD dışında Kuzey Kutbu’nda olup bitenleri dikkatle takip eden dört NATO üyesi daha var: Kanada, İzlanda, Norveç ve (Grönland dolayısıyla) Danimarka. Ancak bu coğrafyada NATO üyesi olmayan bir oyuncu da var ve işte bu sebeple mesele uluslararası güvenliği yakından ilgilendiriyor: Rusya.
Batılı devletler Rusya’yı hakimiyet alanını genişletmeye çalışmakla sık sık itham ettiği malum: 2008’de Gürcistan’da yaşananlar üzerinde duran pek kalmadı ama, Ukrayna’da olup bitenler ve özellikle de Kırım’ın ilhakı henüz çok taze. Rusya Baltık Denizi’nde NATO deniz kuvvetlerini tacizle, ayrıca İsveç karasularını ya da Britanya hava sahasını sık sık ihlal etmekle suçlanıyor. Kabına sığmayıp sınırları dışına taşma eğilimi gösteren Rusya’nın, etkisini kuzeye doğru da genişletmek istemesi şaşırtıcı değil.
Rusya daha 2007 yılında bir deniz aracıyla Kuzey Kutbu deniz yatağına bayrak dikmişti. Tabii bayrak dikmiş olması, Rusya’nın burayı hakimiyeti altına aldığı anlamına gelmiyor, bu daha ziyade sembolik bir adım. Başka bir deyişle, Moskova gelecekteki muhtemel gerilim sahalarından biri olarak bu bölgeyi çoktan adres gösterdi.
Kuzey Kutbu’na yönelik giderek artan ilginin temel nedeni, burada önemli miktarda petrol ve doğalgaz kaynağının bulunuyor olması. Mevcut hesaplamalar tahminden ibaret, ama yine de Kuzey Kutbu deniz yatağında dünya petrol rezervlerinin yüzde 13’ünün, doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 30’unun bulunduğu söyleniyor. Böyle bir coğrafyada bu kaynakları işletmenin maliyeti çok yüksek; bu yüzden buna değer mi, şimdilik belli değil. Fakat bunun ihtimali bile iştahları kabartmaya yetiyor.
Deniz yatağı altındaki uranyum kaynaklarını da bu çerçevede hatırlatmak lazım.
İlginin bir diğer sebebi ise denizcilikle ilgili. Kuzey Kutbu, buzulların erimesi nedeniyle giderek kullanışlı bir deniz yoluna dönüşüyor.
Rusya bunun elbette farkında ve ülkenin kuzey sahillerindeki donanma üslerini genişletmekle meşgul. Ayrıca buzkıran gemilerden oluşan kuzey kutbu filosunu da güçlendiriyor. NATO bu durumu “yakın tehdit” olarak algılama eğiliminde.
Dünyanın en geniş topraklara sahip ülkesi olsa da, Rusya’nın açık denizlere erişimi oldukça kısıtlı. Karadeniz filosu Türk Boğazları’ndan, Baltık filosu ise Danimarka ile İsveç arasındaki boğazlardan geçmek zorunda. Dolayısıyla Kuzey Buz Denizi, Rusya’nın okyanuslara ulaşması için önemli bir avantaj sağlıyor.
Amerikan denizaltıları da Pasifik’ten Atlantik’e geçerken Kuzey Buz Denizi’ni kullanmaya son yıllarda özen gösteriyor.
Küresel güç mücadelesi deyince akla gelmesi gereken bir oyuncu daha var.
2013’te Arktik Konsey’e gözlemci üye olan ve aynı yıl bir yük gemisini ilk kez Kuzey Buz Denizi’nden geçirip Avrupa’ya ulaştıran Çin de bu rotaya gözlerini çevirmiş vaziyette. Ne de olsa Şanghay-Hamburg arası, Süveyş Kanalı üzerinden 20 bin km, Kuzey rotası üzerinden ise 14 bin km.
Geçtiğimiz Ocak ayında Çin donanması, buzkıran özelliği de olan ülkenin ilk savaş gemisini inşa etme kararı aldı; gemi 2018’de denize indirilecek.
Dedik ya, Kuzey Kutbu ısınıyor.
(5 Haziran 2016)