Son Kale Valonya (?)

ekran-resmi-2016-10-28-15-29-26

Belçika’nın 3,5 milyon nüfuslu ve Fransızca konuşulan Valonya bölgesi, 505 milyon Avrupalı ve 36 milyon Kanadalı’nın hayatını etkileyecek olan CETA’yı (Comprehensive Economic and Trade Agreement) yani “Kapsamlı Ekonomi ve Ticaret Anlaşması”nı iki haftadan uzun bir süre bloke etmeyi başardı. Kısa bir süre için dahi olsa, Valon vetosu adeta küresel ekonominin gelişimine büyük bir darbe vurmuş gibi bir algı da yaratıldı.

Tüm Avrupa Birliği üyelerinin ayrı ayrı onaylaması gereken anlaşma, haliyle  Belçika’nın da onayını gerektiriyordu. Ancak bir federasyon olan Belçika Krallığı’nın bir uluslararası anlaşmayı onaylaması için, kendisini oluşturan tüm bölgelerin de anlaşmayı ayrı ayrı onaylaması gerekiyor. Valon Bölgesi’nin parlamentosu tam da bu aşamada sahneye çıktı ve CETA’nın bazı düzenlemelerini gerekçe göstererek anlaşmayı onaylamayı reddetti.

Özünde Belçika’nın karmaşık anayasal yapısından kaynaklanan bu engelleme, sadece Valonların değil, Avrupalıların (ve hatta Kanadalıların) bir kısmının genel geçer doğrular olarak savunulagelen ekonomik ve ticari söylemleri tekrar sorgulamalarına ve şüphelerini ifade etmelerine imkan vermiş oldu.

Müzakere edildiği yedi yıl boyunca konunun uzmanları dışında hemen hemen kimsenin bırakalım içeriğini, adını bile duymadığı bu anlaşma, Valonlar sayesinde en azından ana haber bültenlerinin önemli bir maddesi haline geldi. “Böyle bir anlaşma mı varmış?” diye şaşıran geniş kesimler, bu serbest ticaret anlaşmasının kendi hayatlarını tam olarak nasıl etkileyeceğini araştırmaya koyuldular.

Kısacası Valonya, kendi boyutlarından çok daha büyük bir işe kalkışmış oldu. Bölgenin sosyalist başkanı Paul Magnette’in görüşlerine ya da gerekçelerine katılıp katılmamak ayrı bir konu ama, en azından “küresel ekonomik düzenin kurallarına dair   şeffaflık” talebinin bu sayede biraz daha duyulmuş olduğunu söylemek lazım.

ekran-resmi-2016-10-28-15-30-49
Belçika’nın Fransızca konuşulan Valon Bölgesi’nin Başkanı  Paul Magnette
Ancak Magnette’in bu vesileyle çok kolay günler geçirmediği de söylenebilir. Avrupa nüfusunun yüzde birini bile oluşturmayan Valon Bölgesi’nin bu önemli bir anlaşmayı veto etmeye “cüret etmesi” dolayısıyla Magnette ve Valonlar  hakarete ve çok sayıda küçümseyici yoruma maruz kaldılar. Ancak bu tarz bir baskıyla karşılaşmanın Valonlar için adeta bir gurur kaynağı haline geldiği de gözlemleniyor.

Her ne olursa olsun, sırf taraflardan biri zorluk çıkardı diye oyunun kurallarını sorgulamak, eşitlik ilkesini ayaklar altına alıp “önemli ve önemsiz halklar” sınıflandırmasına girişmek, Brexit ve mülteci krizi nedeniyle zaten büyük bir varoluşsal kriz geçiren AB için çok da hayra alamet değil.

Zaten Paul Magnette de son haftalardaki söylemini hep Valonya’nın ya da Belçika’nın diğer hiç kimseden daha değersiz olmadığı fikri üzerine inşa etti. Ona göre, eğer CETA daha açık, içeriği tartışılan, insanları muhtemel kayıplardan ve kazançlardan haberdar eden bir müzakere süreciyle kotarılmış olsaydı, böylesi bir kriz hiç yaşanmayacaktı.

CETA benzeri serbest ticaret anlaşmalarının kamuoyunun nispeten dikkatini çekmeden görüşüldüğü ve detaylar hakkında pek bilgi verilmediği biliniyor. Zaten Magnette de, “eğer CETA çiftçiler için, KOBİ’ler için, kamu sektörü için bu kadar yararlıysa, neden müzakereler gizli kapaklı yürütüldü?” diye sorarak bu duruma işaret ediyordu.

Ancak CETA krizi nispeten çabuk bir biçimde çözüme kavuştu.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, imza töreni için planladığı Brüksel gezisini tam iptal etmişti ki, 27 Ekim Perşembe günü Belçika Başbakanı Charles Michel, Valon bölgesiyle bir uzlaşmaya varıldığını, dolayısıyla Belçika’nın CETA’yı imzalayacak durumda olduğunu ilan etti. Anlaşılan Valonya hükümeti, Belçika hükümetinden tarım ihracatı ve tahkim konusunda istediği garantileri almış durumda.

Paul Magnette, uzlaşmanın duyurulmasının ardından, “Diğer Avrupalıları ve Kanadalı dostlarımızı beklettiğimiz için üzgünüz” diye özür dilemeyi ihmal etmedi, ancak “yurttaşlarımızı koruyabilmek için bir takım ilkelerden taviz vermemek gerekiyor” demekten de geri durmadı.

Batılı demokratik rejimler söz konusu olduğunda, son yıllarda sık duyulan bir tartışma var. Geniş toplum kesimleriyle siyasetçiler arasındaki kopuştan, bu yüzden de popülizmin yükselişinden bol bol söz ediliyor. Böylesi bir dönemde, tüm yükü Valonların sırtına yüklememek daha iyi olabilirdi.

ekran-resmi-2016-10-28-15-29-57

BM’nin Yeni Genel Sekreteri Belli Oldu

 

ekran-resmi-2016-10-05-20-12-40

Dünyanın en önemli uluslararası örgütünün başına Portekiz’in eski Başbakanı Antonio Guterres geçiyor. 

Birleşmiş Milletler’in sekizinci Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un görev süresi 31 Aralık’ta doluyor. On yıldır bu görevde bulunan Güney Koreli Ban’ın yerine kimin geçeceğine dair tartışmalar yaklaşık bir yıldır devam ediyordu. BM Güvenlik Konseyi’nde bugün (5 Ekim 2016) yapılan altıncı ve son nabız yoklamasıyla Ban Ki-moon‘un halefi belli oldu: Antonio Guterres.

Beş yıllık iki dönem görev yapabilen BM Genel Sekreteri’nin belirlenme süreci bir hayli uzun.

Öncelikle, bu yılın başından itibaren isteyen üye ülkeler aday gösterecekleri isimleri ilan ettiler. Ardından adaylar BM Genel Kurulu önünde bu göreve gelirlerse önceliklerinin ne olacağını anlattılar. Antonio Guterres’in sunduğu programa şuradan ulaşılabilir: un.org/…/4-April_Secretary-General-Election-Vision-Statement_Portugal-4-April-20161.pdf

BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi Temmuz ayından bu yana bağlayıcı olmayan, nabız yoklaması niteliğinde altı oylama yaptılar ve hangi adayın seçilme şansının olduğunu, hangisinin geriden geldiğini böylelikle ortaya koydular.   

BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin, yani ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa’nın veto hakları olduğundan, bu beş ülkenin tamamının onaylamadığı bir adayın seçilme şansı zaten bulunmuyordu.

Bugünkü son nabız yoklamasının ardından BM Güvenlik Konseyi nihai tercihini belirlemiş oldu. Guterres‘in ismi şimdi Genel Kurul’a bildirecek ve Genel Kurul da 6 Ekim 2016 günü New York saatiyle sabah 10:00’da bir oylama yaparak Guterres’e Birleşmiş Milletler teşkilatının dümenini teslim edecek.

Portekiz’in Sosyalist Partili eski Başbakanı Antonio Guterres, 2005-2015 arasında BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) görevinde de bulunmuştu. Bu görev sayesinde edindiği uluslararası saygınlık Guterres için adaylık sürecinde büyük bir avantaj oldu. Guterres’in Güvenlik Konseyi’ndeki en büyük destekçisi ise Birleşik Krallık’tı.

Aslında BM’nin yeni Genel Sekreteri’nin bir kadın ve bir Doğu Avrupalı olması gerektiği uluslararası basında bir süredir yazılıp çiziliyordu. Bu yazılarda Doğu Avrupa’nın şimdiye kadar hiç Genel Sekreter çıkarmamış olmasına; aynı şekilde şimdiye kadar hiçbir kadının bu önemli görevde bulunmamış olmasına dikkat çekiliyordu.

Gerçi BM Şartı’nın Genel Sekreter’den bahseden maddelerinde İngilizce “he” şahıs zamiri kullanılıyor ama; bu durum metnin 71 yıl önce kaleme alınmasından kaynaklanıyor.

UNESCO Genel Sekreterliği görevini yürütmüş olan Bulgaristanlı İrina Bokova bu çerçevede seçilme şansı oldukça yüksek bir aday olarak görülüyordu. Ancak Bokova’nın Rusya’ya yakın bir isim olarak değerlendirilmesi, hakkında ABD ve Birleşik Krallık nezdinde bir hayli şüphe yarattı.

Bulgaristan hükümeti bunun üzerinde Eylül ayı içinde sürpriz bir adım atarak Avrupa Birliği Komisyonu’nda Bütçeden Sorumlu Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren Kristalina Georgieva’yı Bokova yerine aday gösteriverdi.

Ancak o da Rusya tarafından “Batı”nın (ve özellikle Almanya’nın) adayı olarak görüldü ve anlaşılan bu durum kolayca ekarte edilmesine yetti. Fransa’nın da Georgieva’nın birden bire aday olarak ortaya çıkartılmasından rahatsız olduğu konuşuluyordu.

BM’nin ilk Genel Sekreteri Norveçli Trygve Lie’nin deyişiyle “dünyanın en imkansız işi”ni üstlenecek olan Antonio Guterres, masasının üstünde her biri muazzam derecede karmaşık dosyalar bulacak: Ukrayna, Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Libya, Kıbrıs, Filistin, Güney Sudan ve Kuzey Kore ilk anda akla gelenler.

Dünyadaki toplam mülteci sayısının 65 milyon kişiyle tarihte hiç olmadığı kadar yüksek rakamlara eriştiği bir dönemde Guterres’in UNHCR deneyimi umalım ki bir işe yarasın.

Hali hazırda 105 bin BM Barış Gücü askerinin dünyanın dört bir yanında görev yapmasını gerektirecek kadar çok sayıda istikrarsızlık noktası bulunduğunu da bu tabloya eklemek gerekiyor.

İklim değişikliği konusundaki çalışmaları takdirle karşılansa da Ban Ki-moon’un çok başarılı bir Genel Sekreter olarak hatırlanmayacağı açık. 13 milyar dolarlık bir bütçeye sahip olan BM’nin, ancak büyük güçler ne kadarına müsade ederse o kadar etkin olabildiği de bir sır değil. Portekizli yeni Genel Sekreter’in on yıllardır konuşulan BM reformu konusunda ilerleme kaydetmesi bile önemli bir başarı sayılacak.