Bir de Çin var (2)

Bu köşede 27 Eylül’de yayınlanan yazının başlığı “Bir de Çin var” idi. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in günler süren ABD seyahatinden bahsedilen o yazıyı şimdi devam ettirmek gerekiyor; zira Çin’in bir numaralı ismi geçtiğimiz hafta önemli başka bir ziyaret daha gerçekleştirdi.

Bu kez Büyük Britanya’ya giden Xi Jinping, olabilecek en şatafatlı biçimde Kraliçe II. Elizabeth tarafından ağırlandıktan sonra Başbakan David Cameron’la toplam 46 milyar dolar değerinde işbirliği antlaşmaları imzaladı. İki lider Britanya ve Çin arasındaki ilişkilerin altın çağının başladığını da ilan ettiler ve işbirliklerini “küresel ortaklık” olarak tanımladılar.

Xi Britanya’yı “Çin’in Avrupa’daki en yakın dostu” olarak adlandırmayı da ihmal etmedi. Herhalde Avrupa’daki bazı başkentler buna bir hayli içerlemişlerdir.

Ziyaret tahmin edileceği gibi Britanya’daki insan hakları örgütlerini, özellikle de Tibet davasına sahip çıkanları ayağa kaldırdı; ama büyük devletlerin âli menfaatleri söz konusu olduğunda bu tür tepkilerin kolaylıkla görmezden gelindiğini herhalde hatırlatmaya gerek yok. Ziyaret sırasında tek huzursuzluk, Xi Jinping “umarım AB bir bütün olarak kalır,” dediği zaman yaşandı. Öyle ya, Başbakan David Cameron’un söz verdiği “Birleşik Krallık AB’de kalsın mı, kalmasın mı?” referandumunun tarihi giderek yaklaşıyor.

Aslında Birleşik Krallık ile Çin arasında birkaç yıl önce önemli krizler yaşanmıştı. Cameron’un Tibetlilerin ruhani önderi ve Nobel Barış Ödülü sahibi Dalay Lama’yı 2012’de ağırlaması Pekin yönetiminin büyük tepkisini çekmiş, zedelenenen ilişkileri düzeltmek için Britanya bir hayli çaba göstermişti. Ne de olsa, ülkenin Maliye Bakanı George Osborne’un 2013’te dediği gibi: “Çin neyse o. Ya burada var olacağız ya da hiçbir yerde olmayacağız”.

Avrasya’nın iki ucundaki bu ülkelerin ilişkileri tarihte de bir hayli inişli çıkışlı oldu. Zaten Batılı devletlerin 19. yüzyılda Çin üzerinde giriştikleri etki mücadelesi, bu ülkede tüm Batılılara, bu arada İngilizlere karşı yoğun bir kuşku yerleştirmiş durumda. Çinli tarihçilerin kendi ülkelerinin geçmişinden bahsederken bu döneme “utanç yüzyılı” demelerinin sağlam gerekçeleri var. Bir İngiliz sömürgesi olan Hong Kong’un 1997 yılında Çin’e devredilmesi süreci yine de iki ülke tarafından son derece başarıyla yönetilmiş; Asya’daki bu önemli finans merkezinin nispeten kolay bir şekilde el değiştirmesi Çin ve Birleşik Krallık arasında ileride kurulacak dostane ilişkiler için iyi bir yatırım olmuştu.

Xi’nin Londra gezisinin bir ay önceki ABD ziyaretinden çok daha iyi geçtiği söylenebilir. O ziyaret esnasında Washington yönetimi Çin kaynaklı siber saldırılardan şikayet etmiş ve Çin Denizi’ndeki paylaşım kavgasında bu ülkeyi geri adım atmaya çağırmıştı. ABD’nin Doğu Asya’daki askeri varlığını giderek takviye ettiğini de hatırlatalım.

Londra ise Çin’i rahatsız edecek her türlü açıklama, hatta imadan uzak durmayı tercih etti. Dünya Bankası’na rakip olarak gördüğü için ABD’nin kurulmasına şiddetle karşı çıktığı Asya Altyapı Yatırım Bankası’na Londra’nın sermayedar olarak destek vereceğini açıklaması da Washington’u doğrusu pek memnun etmedi.

Anlaşılan ABD enerjisini Pasifik havzasına yoğunlaştırabilmek için Ortadoğu’daki sorunları çözmeye ya da Rusya’yla bir uzlaşmaya vararak bunları en azından yönetilebilir kılmaya çalışırken Büyük Britanya da boş durmamaya karar vermiş.

Geçtiğimiz aylarda Rus savaş uçakları Britanya hava sahasını düzenli olarak ihlal edip kriz çıkartırken, İngiltere’ye de bakmayı unutmayın mesajı vermiyorlar mıydı zaten?

(25 Ekim 2015)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s