AB’nin “taziye diplomasisi” ve ötesi

Diplomasideki nezaket kurallarından biri, bir ülkenin başına bir felaket geldiğinde dost ya da daha az dost ülkelerin en azından bir taziye ve destek mesajı yollamasıdır. Bu mesajların niteliği, içeriği, hatta kullanılan sözcükler bazen sadece usulen bir “geçmiş olsun” dendiği anlamına gelir; bazense kuvvetli bir siyasi destek  ifade ederek kimi somut işbirliklerinin yolunu açar.

Geçen hafta Türkiye’yi sarsan Ankara’daki bombalı terör eyleminden sonra da dünyanın pek çok yerinden ülkeye taziye ve destek mesajları yağdı. Meksika’dan Hindistan’a, ABD’den Rusya’ya pek çok ülke hem resmi mesajlarla, hem de sosyal medya üzerinden bu katliamı kınadılar ve Türk halkıyla dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler.

O kadar ki, Türkiye’de bu katliam üzerine özellikle sosyal medyaya yansıyan bir takım vicdan yoksunu yorumlar ve akla ziyan komplo teorileri düşünüldüğünde, insanı utandıracak kadar yoğun bir dış destek ve dayanışma gösterisi gerçekleştirildi bile denebilir.

Bu bağlamda özellikle AB yetkililerinden gelen mesajlar sıradan diplomatik nezaketin çok ötesinde, yoğun ve Türkiye’ye arka çıkan, insanların acısını sahiplenen bir tarz içeriyordu. Örneğin bir AB Komiseri twitter’da “Türk yetkililerle ve Türkiye toplumuyla ortaklığımız ve dayanışmamız her boyutta her zamankinden daha sağlam,” mesajı yazabildi. Türkiye-AB ilişkilerinin son birkaç yıldaki seyri düşünüldüğünce, insanı şaşırtan bir tespitti doğrusu.

Ardından AB ülkelerinin Ankara’daki temsilcilerinin topluca Ankara Garı önündeki saldırı mahalline gidip çiçek bırakmaları gibi sahnelere de tanık olduk. Örneğin 15-20 Kasım 2003’teki İstanbul bombalamalarında görmediğimiz bir manzaraydı bu.

AB’nin bu sahiplenici tavrı, acaba sırf insani bir dayanışma duygusundan mı kaynaklanıyordu, yoksa arkasında başka bir takım siyasi beklentiler mi vardı?

Bu sorunun yanıtı bir ölçüde geçtiğimiz Perşembe günü Brüksel’de toplanan AB liderler zirvesinde verilmiş oldu. Yaz aylarından beri şimdiye dek görülmedik bir Suriyeli mülteci akınıyla karşılaşan Avrupa ülkeleri, bu toplantıda söz konusu akını durdurmak için alınacak tedbirler üzerinde kafa yordular. Tabii ki dikkatler Suriye ile AB arasında kilit bir coğrafi konuma sahip olan Türkiye üzerinde odaklandı.

Toplantıdan kabaca, Türkiye mültecileri kendi ülkesinde tutsun, biz de ona mali destek verelim biçiminde bir “Göç Eylem Planı” çıktı. Türkiye’yi bu yaklaşıma razı etmek için uzun zamandır sürüncemede olan AB adaylık sürecinin hızlandırılmasından da bahsedildi. AB liderleri yeni müzakere fasıllarının açılması ve Türk vatandaşlarına vize kolaylıkları sağlanması konularında bir takım ilerlemeler olabileceğini hissettirmeyi ihmal etmediler. Elbette herhangi bir somut ve takvimlendirilmiş angajmana girmeden.

Suriyeli sığınmacıların durumunu iyileştirici tedbirler alınması ve bu konuda AB’nin de elini taşın altına koyup külfeti paylaşması gerektiği aşikar. Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesi gereğinin sadece bu tür kriz anlarında akıllara geliyor olması ise ayrı bir konu.

Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in de bugün Türkiye’ye gelerek bu konuda AB’nin neler yapmayı düşündüğünü somut olarak izah etmesi bekleniyor. Ancak AB’nin Türkiye’yi sadece taktiksel işbirliği yapılacak bir “komşu ülke” olarak görmeye devam etmesi, bir zamanlar Avrupa merkez sağında pek popüler olan “ayrıcalıklı ortaklık” benzeri projeleri de ister istemez akla getiriyor. Belki de fazla kötümserizdir.

Neyse ki Ankara’da bu konularda yeterince ihtiyatlı ve deneyimli yetkililer de var.

(18 Ekim 2015)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s