ABD Başkanı Donald Trump’ın uluslararası politikaya etkisi tartışıladursun, Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon’ın faaliyetleri de Avrupa’daki siyaseti doğrudan etkilemeye aday. Bannon’un 22 Eylül’de İtalya’da aşırı sağ bir partinin senelik kongresinde yaptığı konuşma bunun yeni bir göstergesi oldu. İtalya’yı “siyaset evreninin yeni merkezi” olarak tanımlayan Bannon, Trump’ı iktidara taşıyan taktiklerini Avrupa kıtasının her yerinde uygulamayı tasarlıyor.
Bu amaçla, geçtiğimiz Temmuz ayında Steve Bannon Avrupa’daki aşırı sağ partileri bir araya getirecek The Movement (Hareket) isimli bir platform meydana getirdi. Hareketin öncelikli hedefi, Mayıs 2019’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde AB karşıtı partilerin zaferini hazırlamak.
Avrupa’da faaliyet gösteren tüm milliyetçi ve popülist partiler arasında koordinasyon ve fikir alışverişi sağlamaya çalışan bu oluşumun merkezi, siyasal hedefi konusunda herhalde kimsenin şüphesi kalmasın diye, AB’nin başkenti Brüksel. Kendi deyimiyle, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen siyasal düzeni sarsmak” isteyen Bannon, bu amaçla Fransız Marine Le Pen, İngiliz Nigel Farage, Alman Alice Weidel, İtalyan Matteo Salvini gibi siyasal parti liderleriyle sık sık bir araya geliyor. Bannon’a göre Macaristan Başbakanı Viktor Orban, bu liderlerin izlemesi gereken bir model.
Steve Bannon daha 2014 yılında, ABD’deki Cumhuriyetçi Parti’nin sağ kanadını oluşturan Tea Party’e atıfla, “küresel bir ‘Tea Party’ hareketinin var olduğuna inanıyorum” demişti. Geniş halk kitlelerinin merkezi hükümetlerle ve “elitlerle” olan kavgasının günümüzün temel siyasal çelişkisi olduğunu iddia eden Bannon, Avrupa’da popülizmin yükselişini de bunun bir göstergesi olarak yorumluyor. The Movement’ın niyeti de bu yükselişi hızlandırmak.
“Gerçek orta sınıfı oluşturan, çalışan, üreten ve ‘Davos Partisi’nin tahakkümünden bıkmış insanları” bir araya getirmek isteyen Bannon, Avrupa’daki popülist partilere The Movement üzerinden lojistik destek sunmaya çalışıyor. Bannon bu partilere seçim stratejileri önerme, anket oluşturma, veri toplama ve network oluşturma konularında destek olacak.
Mayıs 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerini önemli bir eşik olarak gören Bannon, kendi deyimiyle “Davos Partisi” ile halklar arasındaki mücadelenin seyrini bu seçimlerin belirleyeceğini iddia ediyor. ABD’deki aşırı sağ Breitbart haber sitesinin eski patronu olan Bannon, bu seçimlerde Strasbourg’daki sandalyelerin en az üçte birinin popülist partiler tarafından kazanılmasını arzuluyor. Le Pen ve Farage’ın başını çekeceği böylesi bir grubun, Brexit, Euro krizi ve mülteci sorunu nedeniyle zaten bir hayli zor durumda olan Avrupa bütünleşmesini bir bakıma içeriden sabote edeceğini düşünen Bannon, özellikle Doğu Avrupa ve Batı Avrupa’daki aşırı sağ akımlar arasında bir kopukluk olduğunu, bunlar arasındaki fikir ve kaynak alışverişini sağlamak için The Movement’a ihtiyaç olduğunu düşünüyor.
George Soros tarafından yönetilen Open Society isimli STK’yı bir numaralı düşmanı olarak ilan eden The Movement, faaliyetlerinde Le Pen ailesine özel bir önem veriyor. Conservative Political Action Conference’ın yıllık kongresinde Fransız Front National (Ulusal Cephe)* partisinin tarihi lideri Jean-Marie Le Pen’in torunu (ve şimdiki parti lideri Marine Le Pen’in yeğeni) Marion Maréchal-Le Pen’i onur konuğu olarak ağırlayan Bannon’ın kendisi de, Mart 2018’deki Front National kongresinde bir konuşma yaptı. Bannon bu konuşmasında, “tarihin doğru tarafındayız, küresel bir dalga bizi zaferden zafere ulaştıracak” demişti. Konuşmasında medya ve siyasal-ekonomik elitleri de sık sık hedef olarak gösteren Bannon, “bırakın size ırkçı desinler, yabancı düşmanı desinler, göçmen karşıtı desinler. Bu ithamlar sizin şeref madalyanız. Her geçen gün daha güçlü ve etkiliyiz” diye iddia etmişti.

Aşırı sağ ve popülist akımların bütün Avrupa’da eninde sonunda iktidara taşınacağını savunan Bannon, “ulus-devletler kendi kimlikleriyle ve sınırlarıyla dünya sahnesine geri dönecekleri” düşüncesinde.
ABD’deki faaliyetlerini tam olarak askıya almamış olsa da, zamanının yüzde seksenini Avrupa’da geçirme sözü veren Bannon, The Movement’ın karargâhında şimdilik on kişilik bir ekip oluşturmuş. Bannon’un ne yapacağı üç aşağı beş yukarı belli, fakat bunları nasıl başaracağı biraz belirsiz. ABD’de Trump’ı iktidara taşıyan seçim kampanyası deneyimine güveniyor olsa da, farklı Avrupa ülkelerindeki siyasal kural, kurum ve gelenek farklılıklarını göz ardı ettiği kesin.
Mevcut sorunlara dair önerdiği Amerikan tarzı çözümlerin, son tahlilde kendi bağımsızlıklarına ve farklı kimliklerine sıkı sıkıya bağlı olan Avrupa’nın aşırı sağ örgütlenmelere ne kadar tesir edeceği bilinmiyor. Ayrıca AB’ye karşı olan bu partilerin nasıl olup da Avrupa çapındaki bir başka örgütlenme içinde rahat edecekleri de belirsiz. Fikirleri genel hatlarıyla uyuşuyor olsa da, bu partilerin savundukları ulusal kimliklerin, eninde sonunda tarihi yaralara ve sınır anlaşmazlıklarına değmemesi mümkün değil. Bu açıdan, tanım gereği, birlikte çalışma olanakları sınırlı. Üstelik Bannon’un ABD’li olması da, Avusturya’daki FPÖ örneğinde olduğu gibi, The Movement’a katılmanın peşinen reddedilmesine bir gerekçe oluşturuyor.
Bannon, Avrupa çapındaki popülist partilerin ekonomik söylemleri arasındaki farklılıkları da fazla dikkate almıyor gibi. Trump-Bannon çizgisinin savunduğu birçok ekonomik politika, her şeyden önce Avrupa’nın gerçekleriyle bağdaşmıyor. Örneğin Çin’in ekonomik politikalarına karşı duyduğu tepki ve tehdit algısı Batı Avrupa’da yankı bulsa da, Çin’den daha fazla yatırım çekmek için uğraşan Doğu Avrupa ülkelerinde Çin karşıtı söylemin alıcısı yok.
Kuzey Avrupalı popülist partilere gelince, bunların ismi ırkçılık ve antisemitizmle sık sık bir arada anılan Fransız Ulusal Cephe ile birlikte anılmaktan çok da memnun olmadıkları biliniyor. Milliyetçilik, AB karşıtlığı ve göçmen düşmanlığında ortaklaşsalar da, ulus-ötesi herhangi bir network’ün içinde yer almanın bu açıdan onlara ne kazandıracağı belli değil.
Aslında bütün bu hikâyenin en tatsız kısmı, Avrupa’daki aşırı sağ ve popülist partilerin yükselmeye devam etmeleri için Steve Bannon’a hiç de ihtiyaç duymuyor olmaları. Avrupalı seçmenler bunu kendi başlarına da, ya sandığa gitmeyerek ya da popülist partilere oy vererek, pekala sağlıyorlar.
* Front National (Ulusal Cephe) partisi, 1 Haziran 2018 tarihinde adını Rassemblement National (Ulusal Toplanma) olarak değiştirdi.