İki yılı aşkın bir süredir boş duran Lübnan cumhurbaşkanlığı sarayı, nihayet yeni sakinine kavuştu: 81 yaşındaki emekli general Mişel Aoun, ülkenin 12. cumhurbaşkanı olarak görevine başlamak üzere. Aoun, 1975-90 yılları arasında ülkeyi kasıp kavuran iç savaşın önemli aktörlerinden biriydi; dolayısıyla Lübnan siyasetine aşina herkesin tanıdığı bir isim.
Lübnan‘ın cumhurbaşkanlığı sorunu tam bir yılan hikayesine dönüşmüştü. Bir önceki cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın görevi 25 Mayıs 2014’te sona ermiş, ardından Lübnan Parlamentosu’nda onlarca tur oylama yapmış, ancak hiçbir aday gerekli üçte iki çoğunluğu sağlayamamıştı.
Lübnan’daki karmaşık din ve mezhep dengeleri gözetilerek kaleme alınmış olan 1926 tarihli anayasa, ülkedeki tüm siyasi makamların hangi dinî topluluğun uhdesinde olacağını saptıyor. Buna göre Lübnan’da Başbakanın Sünni Müslüman, Parlamento Başkanı’nın Şii Müslüman, Cumhurbaşkanı’nın ise Marunî Hıristiyan olması gerekiyor. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığına aday olabilecek siyasetçilerin sayısı o kadar da fazla değildi.
Zaten seçim krizi de aday fazlalığından değil, öne çıkan adaylardan hiçbirinin yeterli sayıda Marunî olmayan müttefiki kendi yanına çekememesinden kaynaklanıyordu. İşte bu ortamda, Hizbullah‘ın desteğini arkasına almayı başaran Aoun, 46. turda ipi göğüsleyebildi. Tabii kilidin açılmasında, Hizbullah’ın pek de hazzetmediği Saad Hariri’nin başbakanlık koltuğuna oturmasına dair yürütülen pazarlığın da payı var.
Cumhurbaşkansız geçen iki yıl boyunca, neden cumhurbaşkanının hâlâ Marunîler arasından seçilmesi gerektiğini sorgulayanlar da seslerini duyurmaya başlamıştı. Her ne kadar anayasanın kaleme alındığı yıllarda ülkede çoğunluğu oluşturuyor olsalar da, Hıristiyanların aradan geçen zamanda azınlığa düştükleri bilinen bir gerçek. Tabii bu durumu “resmen” tespit etme imkânı yok, zira anayasal sistemi tartışmaya açmamak için Lübnan’da 1932’den beri nüfus sayımı yapılmıyor.
Bu “bırakalım dağınık kalsın” anlayışı, Lübnan’daki siyasal hayatın ruhuna işlemiş durumda. Örneğin genel seçimlerin de ülkedeki dengeleri bozacağına inanıldığından, 2009’da dört yıllığına seçilmiş olan parlamento görevine hâlâ devam ediyor. Sürekli ertelenen genel seçimler için şu an telaffuz edilen en yakın tarih 2017.
Cumhurbaşkansız geçen iki yıl boyunca ülkedeki işler fazla aksamadığına göre, cumhurbaşkanı olmasa da oluyormuş diyenlere de rastlanıyor. Ancak Marunîler, kendilerinin ülke yönetiminde temsil edilmediklerini dile getirerek bir an önce bu sorunun halledilmesini istiyordu. Bu kapsamda, Marunîlerin dini önderi Patrik Bişara el-Rahi de yoğun çaba harcadı ve ülkedeki tüm siyasi kesimlerle görüşerek uzlaşmaya katkıda bulundu.

Aslında 2008 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında da ülkede benzer bir tıkanıklık yaşanmıştı. O dönemde farklı siyasi gruplar sokaklarda çatışmaya da başlamış; durumun kontrolden çıkmaması için nispeten hızlı bir uzlaşmaya varılmıştı. Bu seferki krizde iş sokağa pek yansımamıştı ama bölgenin hali ortadayken daha fazla risk almanın da bir anlamı yoktu.
Lübnan’ın tam bir kaosa sürüklenmesi aslında o kadar da zor değil ve her an mümkün. Belli ki hem bölgesel, hem de bölge dışı oyuncular şimdilik buna yol açmamaya karar vermiş.
Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı krizini çözmek için Fransa’nın İran’la gizli müzakereler yürüttüğüne dair sızan haberler, Ortadoğu’da olup biten her şeyin ne kadar iç içe geçtiğinin de bir göstergesi. Demek ki Fransa, uzun yıllar Paris’te sürgün hayatı yaşayan Aoun‘un seçilebilmesi için İran’ı (dolayısıya Hizbullah’ı) ikna edebilmiş. Bu pazarlık sırasında Suriye’de ya da Irak’ta olup bitenlerden de herhalde bahsedilmiştir. Suudi Arabistan’ın bu gelişme karşısında neler düşündüğünü ise yakın zamanda anlarız.
Lübnan’daki siyasal kilitlenme, Ortadoğu’nun genelini etkileyen güç mücadelesinin doğrudan bir sonucuydu. Müdahil oyuncular kendi aralarındaki pazarlıkların bir kısmını tamamlamış olmalı ki kilit açılmaya başlamış.
Ne de olsa Lübnan, Ortadoğu’nun barometresi.