Ukrayna’nın doğu kesiminde arkalarında Rusya’nın desteğini hisseden ayrılıkçılar ile Ukrayna ordusu arasında yaşanan kanlı mücadele, dünya basınında bir süredir çatışmadan ziyade “Ukrayna Savaşı” diye ifade ediliyor. Ölü sayısının 5 bini aştığı bu savaşı durdurmak için diplomatik faaliyetler de devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Fransa ve Almanya’nın arabuluculuğuyla Minsk’te imzalanan ateşkes anlaşması, bu krizin daha fazla kontrolden çıkmadan yatıştırılması için önemli bir fırsat.
Ukrayna’daki savaşı durdurmak için Fransa ve Almanya’nın bu derece ön planda rol oynaması elbette sadece insani kaygılara dayanmıyor. Olup bitenler nedeniyle Rusya’ya yaptırımlar uygulayan ve giderek ABD’ye yaklaşmak zorunda kalan Avrupa Birliği’nin bu iki önemli ülkesi, Ukrayna’daki krizin bir an önce çözülüp kendilerine siyaset yapabilecekleri bir alanın açılması için çabalıyorlar.
16 saatlik bir müzakere maratonunun ardından imzalanan Minsk Ateşkesi’nin hükümlerine göre, Ukrayna ordusu mevcut çatışma hattından ağır silahlarını çekerken, ayrılıkçılar da silahlı güçlerini bir tampon bölgenin gerisinde konuşlandıracak. Bu her ne kadar çatışmaları engelleme amacı taşıyan bir düzenleme olsa da, aynı zamanda Kiev yönetiminin ülkenin doğusundaki vilayetlere askeri bakımdan hâkim olamayacağını kabullenmesi ve ülke içindeki fiili sınırın kalıcılaşması demek. Üstelik ayrılıkçıların silahsızlandırılması da henüz gündemde değil.
Ukrayna-Rusya sınırına Ukrayna askerlerinin yeniden hâkim olabilmesi için de ayrılıkçıların elindeki Donetsk ve Lugansk vilayetlerine geniş yetkiler veren bir anayasa değişikliği yapılması ve buralarda yerel seçimlerin düzenlenmesi beklenecek. Bu da en iyi ihtimalle 2015’in sonları demek. Bu şartlarda Kiev yönetiminin bu bölgelerde etkili olabilmesi için elinde sadece ekonomik araçlar kalıyor. Bölgedeki bankaların yeniden faaliyete geçmesi ve memur-emekli maaşlarının yeniden ödenmeye başlamasıyla Kiev, bölge halkının ekonomik olarak kendisine yeniden bağlanmasını umut ediyor.
Ukrayna krizinin en önemli taraflarından Rusya, bu ateşkes ile kısa vadede kendi önceliklerini garanti altına almış görünüyor. Bir referandumla Rusya’ya bağlanan Kırım yarımadasının artık adı bile geçmezken, Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı vilayetler de Kiev üzerinde daimi bir baskı aracı olarak kullanılabilecek.
1990’lardan itibaren, özellikle Kosova Savaşı’nı ve AB ile NATO’nun Doğu Avrupa’ya ve eski Sovyet cumhuriyetlerine doğru genişmelesini kendi etki alanının daraltılması olarak değerlendiren Rusya, bu gerilemenin artık kabul edemeyeceği sınırlara gelip dayandığını Ukrayna kriziyle açıkça göstermiş oldu. 2008’de Kafkasya’da da benzer bir süreç yaşanmış, Rusya Gürcistan’dan sökülüp atılmaya razı gelmediğini yine askeri yöntemler kullanarak ortaya koymuştu.
Minsk Ateşkesi’yle kelime anlamı “sınır bölgesi” olan Ukrayna’ya “Batı” ile Rusya arasında bir tür tampon bölge olma işlevi verilmiş gibi görünüyor. Bu bir bakıma Soğuk Savaş döneminde Finlandiya’nın oynadığı rolü hatırlatıyor. Eğer “Finlandiya modeli” işlemezse Ukrayna’yı 1990’ların Bosna’sı gibi bir gelecek de bekliyor olabilir.
Eylül ayında Ukrayna’da yine bir ateşkes ilan edilmiş, ancak lafta kalmıştı. Şimdiki ateşkesin de uygulanmaması halinde Avrupalı devletler, Ukrayna yönetimine silah yardımı yapmaya kararlı olduğunu ifade eden ABD’nin çizgisini kabullenmek ve Rusya’yla köprüleri iyiden iyiye atmak zorunda kalabilirler. ABD ve Rusya’nın bunu fazla dert edip etmeyeceği ise ayrı bir tartışma konusu.
(15 Şubat 2015)