Birkaç yıl önce Wikileaks belgeleri oraya saçıldığında yaşananlar tekrar ediyor gibi. Bu kez tartışmanın odağında off-shore bankacılık, para aklama, vergi kaçırma ve servet saklama gibi konular var.
Sızdırılan 11 buçuk milyon belgenin tamamı incelenebilirse, dünyanın dört bir yanından onbinlerce ismin hangi yöntemlerle, hangi tarihlerde, ne miktarda parayı ülkesinden çıkartarak vergi cennetlerinde istiflediği ortaya çıkacak. Bu paraların nereden geldiği ve daha sonra nasıl harcanıp kimlere aktarıldığı da muhtemelen incelenecek.
Şu ana kadar, kimin hangi kıstasa göre seçtiği pek belli olmayan, çok az sayıda belge yayınlandı; dolayısıyla buzdağının görünen kısmıyla yetinmek durumundayız. Ancak bu kadar az bilgiyle dahi dünyanın çalkalandığı ortada. Hangi ülkenin bu sızdırma olayına nasıl tepki verdiğini gözlemlemek de bir hayli öğretici oluyor.
Panama belgelerinin ortaya çıkması bir gerçeği tekrar teyit etmiş oldu: her ülkede bu tür skandallar yaşanabiliyor; esas fark yolsuzluklar ortaya çıktığında gösterilen tepki ve alınan tedbirlerde. Bu bir anlamda demokrasi ve şeffaflık düzeyini gösteren bir turnusol kağıdı.
Demokratik ülkelerde hesap sorulur, diğerlerinde nasılsa bir şey değişmez deyip Panama belgeleri konusunu kapatmak da mümkün. Zaten belgelerin ilk kurbanları da bekleneceği üzere Batılı demokrasilerden geldi.
Daha birkaç yıl önce ciddi bir finansal darboğaza girmiş olan İzlanda’da başbakan ve eşinin paravan şirketler kurarak off-shore hesaplarda yüklü miktarda para sakladığı ortaya çıktı. Bunun ortaya çıkmasıyla başbakanın istifası arasında sadece iki gün geçti. Ardından Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron’un babasının da off-shore hesapları olduğu tespit edildi. Cameron’un bu hesaplardan bizzat yararlanıp yararlanmadığı tartışması devam ediyor.
Çocuklarının ismi belgelerde geçen Pakistan Başbakanı Nawaz Sharif ise, “yurtdışında banka hesabı tutmak yasadışı değil” demekle yetinirken; Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri de, “bunların hepsi iftira” şeklinde özetlenebilecek bir savunma geliştirdi.
Rus basını Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko’nun isminin belgelerde geçtiğini özenle vurgularken; Putin ve yakınları konusundaki iddialara ise karartma uyguluyor. Avrupa basını ise tam tersine, Putin hakkındaki iddiaları manşetlere taşıyor. Putin, kendisini ve ülkesini yıpratmak isteyenlerin bir komplosuyla karşı karşıya olduğunu anlatmakla meşgul. Kısaca Panama belgeleri, Batı ile Rusya arasındaki bilek güreşinin yeni bir alanına dönüştü bile.
Rusya’yla yakınlaşma politikasını savunan Fransız aşırı sağ lider Marine Le Pen’in yakınlarının isimleri de bu ilk dalgada öne çıkarıldı.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in yakın akrabalarının isimleri de bu ilk açıklanan belgelerde geçiyor. Çin yönetimi bu gibi durumlarda ne yapıyorsa gene onu yaptı: internet yasakları ve sansür. Bu arada Batı basınında Çin yönetici sınıfından “kızıl aristokrasi” diye bahsedilmeye başlandı bile.
Ortadoğu’dan ise şimdilik Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yönetimlerinden isimler öne çıkarıldı. Şeffaflıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan bu ülke liderlerinin yurtdışında yüklü miktarda para tutması, ülkelerinde zannedildiğinden daha zayıf durumda olduklarını mı gösteriyor; yoksa bir takım ülke ve örgütlere hangi yöntemlerle para aktardıklarını mı, zamanla ortaya çıkacak.
Off-shore bankacılık ve vergi cennetlerinin denetlenmesi konusu, uluslararası terörizmin finansmanıyla mücadele kapsamında yıllardır dile getiriliyordu. Sızdırmanın bir amacının bu konuyla da belki bir ilgisi vardır.
Uzun sürecek bir hikayenin başındayız.
(10 Nisan 2016)