Mülteci Pazarlıkları

Geçen hafta Brüksel’de gerçekleştirilen AB-Türkiye zirvesi ile mülteciler konusu yeniden manşetlere taşındı.

Suriye’deki iç savaşın ne zamana kadar süreceğini ve bu ülkenin daha ne kadar büyük bir yıkımla karşılaşacağını tahmin etme imkanı bulunmuyor. Ortadoğu gibi bir coğrafyada ve bilinmeyenlerin çok olduğu bir denklemde, şaşırtıcı değil.

Suriye’deki krizin kısa vadede çözülemeyeceği konusunda kimsenin bir şüphesi yok, ancak bu krizle ve yarattığı sorunlarla boğuşmakta geç kalındığı konusunda hemen herkes hemfikir. Mülteci krizi, Suriye iç savaşının çok sayıdaki yan etkisinden biri, ama belki de en yakıcısı.

Resmi rakamlara göre sadece Türkiye’de 2 milyon 700 binden fazla Suriyeli mülteci bulunuyor. Bu insanların 300 bin kadarı mülteci kamplarında. Geri kalan milyonlarca insan nerede yatıyor, nerede yaşıyor, ne iş yapıyor, hayatını nasıl geçiriyor, nasıl geçiniyor, çocukları nerede okuyor, aralarında Türk vatandaşlarıyla evlenenler oldu mu, olduysa kaç kişi gibi somut konularla ilgili ise yeterli bilgi yok ve mevcut bilgiler de çelişkili.

Gerçi Türk kamuoyu şimdilik mültecilerin geleceğinden ziyade, Schengen bölgesine vizesiz seyahat konusuna takılmış gibi. Aslında bir kısım Avrupa ülkesine seyahatte vize zorunluluğu kalkacak mı diye sormaktansa, şimdiye kadar neden bu zorunluluk ortadan kaldırılmamıştı diye sorgulamak daha doğru. Öyle ya, Türkiye 17 yıldan beri resmen AB’ye aday ve 11 yıldan beri de katılım müzakereleri yürütüyor.

Vizelerin kaldırılması aslında bir tür eski duruma dönüş anlamı da taşıyacak, zira Türk vatandaşları, örneğin Fransa’ya, 1980 yılına kadar vizesiz seyahat edebiliyorlardı.

Bir gün Suriye’deki kriz sona erdiğinde –ki eninde sonunda sona erecek, ne de olsa Yüz Yıl Savaşları bile günü geldiğinde bitmiş– bu nüfusun elbette bir kısmı doğdukları topraklara geri dönecek; ama ne kadarı, bunu da öngörmek zor.

Her durumda Türkiye’de bulunan mültecilerin önemli bir kısmının hayatlarını Türkiye’de geçirmek gibi bir planları olmadığını ve gözlerinin uzak ufuklara doğru çevrilmiş olduğu biliniyor. Avrupa ülkelerini neredeyse alt üst eden mülteci krizinin temelinde de mültecilerin bu arzusu yatıyor.

AB-Türkiye zirvesinde, mülteci krizini “çözmek” derken neyin kastedildiği de bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Başka bir ifadeyle, bu insanların mülteci durumuna düşmelerinin önüne geçmek yerine, mültecilerin nerede tututacağı ya da nerelere gitmelerine engel olunacağı üzerine yoğunlaşıldı. Sanki mülteciler, Brüksel’den çıkacak bir karar üzerine, “tamam o zaman” deyip hayat planlarını değiştirecek ya da değiştirmeye zorlanabilecek gibi davranıldı.

Avrupa Birliği’nin mültecilerin kendi topraklarına gelmesini istemediği ve bu amaçla Türkiye ile ortak bir anlayış yakalamaya çalıştığı kesin.

Peki AB bu ortak anlayışı geliştirmek isterken Türkiye’yi günün birinde üye olacak aday bir ülke mi; yoksa sadece komşu bir ülke mi; yoksa daha kötüsü, bir tampon bölge olarak mı görüyor? İşin o kısmı biraz muğlak. Yürütülen pazarlıklarda üzerinde uzlaşma sağlanan noktalar gerçekten hayata geçirilebilecek mi türünden somut soruların da bir an önce yanıt bulması gerekiyor. Belki 17-18 Mart’ta tekrar biraraya gelecek olan taraflar bu konuda bir ilerleme kaydederler.

Tarafların, anlaşmanın pek çok unsuru hakkında dile getirilen itirazları da dikkate alması gerekiyor. Mesela BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden Amnesty International’a, pek çok uluslararası kuruluş ve STK, yürütülen pazarlığın her şeyden önce uluslararası hukuka aykırı olduğu iddia etmeleri herhalde dikkate alınacaktır. Üzerinde tartışılan şeyin insan hayatları olduğu da.

(13 Mart 2016)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s