1926 yılında Büyük Britanya, Birinci Dünya Savaşı ertesi düzelmekte olan iki ülke arasındaki ilişkilere katkıda bulunmak üzere Alman hükümetinin bir arzusunu yerine getirir: Britanya ordusuna mensup Thomas O’Reilly isimli İrlandalı bir subayın kaleme aldığı ve “Mavi Kitap” olarak adlandırılan raporun tüm nüshalarının toplatılıp imha edilmesi.
Bu karar uyarınca Britanya Hükümeti’ne ait bir matbaa tarafından 1918’de basılmış olan kitapçıklar tüm devlet kuruluşlarından ve kütüphanelerden itinayla toplanır. Güney Afrika’nın Pretoria şehrindeki bir kütüphanede bulunan tek bir nüsha ise nasıl olduysa gözden kaçar. 2000’lerin başında bu nüshanın tesadüfen ortaya çıkmasıyla da Afrika’nın sömürge geçmişine ait en karanlık sayfalarından birine dair ayrıntılı bilgiler ortalığa dökülür.
Rapor o dönemde bir Alman sömürgesi olan Güneybatı Afrika yani bugünkü Namibya’da meydana gelmiş bir trajedinin birinci elden tanıklıklara dayanan ayrıntılı bir belgesidir. 1904 yılında buradaki yönetimin başında bulunan Lothar von Trotha, sürekli isyan edip huzursuzluk çıkarttıkları gerekçesiyle ülkedeki Herero halkının yok edilmesini emretmiştir. Bunu takip eden dört yıl içinde Hereroların yüzde 70’i, yani 65 bin kişi öldürülür. Kimi kurşunlanarak ya da içme sularına zehir karıştırılarak, kimi Kalahari Çölü’ne sürülmeleri esnasında yaşananlardan, salgın hastalıklardan, kimileri ise Shark Island’da kurulan toplama kampındaki yaşam koşullarından ve burada maruz bırakıldıkları “tıbbi deneylerden” ölür. Hayatta kalmayı başaranlar ise köleleştirilir; tarla ve madenlerde çalıştırılır.
Savaşın ardından Namibya, Britanya kontrolündeki Güney Afrika’ya bağlanır. Yeni yönetim ülkedeki Alman kökenli toprak ve maden sahipleriyle iyi geçinme niyetindedir. Mavi Kitap’ın sümen altı edilme süreci böylelikle başlar; olup bitenler unutulmaya terk edilir.
Hererolar ise 1980’lerden itibaren haklarını aramaya girişir. Almanya yavaş da olsa konuyla ilgilenmeye başlar. 1998’de Namibya’yı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Roman Herzog ise ne tazminattan ne de özürden bahseder. Fakat Almanya yine de Namibya’ya yıllık bir “kalkınma yardımı” ödenmesine karar verir. Hererolar ise merkezi hükümete ödenen bu paranın kendilerine ulaşmadığından yakınır ve 2001 yılında Deutsche Bank başta olmak üzere pek çok Alman kuruluşu aleyhine ABD mahkemelerinde dava açarak tazminat talep eder. Mavi Kitap da tam bu sıralarda gün ışığına çıkıverir.
Hem bu önemli belgenin ortaya çıkması hem de tazminat davalarının etkisiyle dünya kamuoyu Herero katliamından haberdar olur. Nihayet 2004 yılında Almanya, bu katliamın bir soykırım olduğunu kabul ederek resmen özür diler. “20. yüzyılın ilk soykırımı” diye adlandırılmaya başlanan katliamla ilgili tazminat sorunu çözümsüz kalsa da, bir takım sembolik adımlar atılır. Örneğin Nazilerin 1933’te iktidara gelir gelmez Von Trotha adını verdikleri Münih’teki sokağın adı 2006’da Herero Sokağı olarak değiştirilir. “Bilimsel araştırma” amacıyla Almanya’ya gönderilmiş olan Hererolara ait 300 kafatasından geriye kalanların Namibya’ya iadesi ise 2014’te tamamlanır.
Hereroların başlarına gelenler ya da bunların iyi siyasi ilişkiler uğruna bir dönem yok sayılması, devletlerin çıkarları adına yaşanan insanlık dramlarının sadece bir örneği. Yaşananlara dair tarihi ve ahlaki sorumluluğun geç de olsa kabul edilmiş olması ise bardağın dolu tarafı.
Tüm bu süreçte bir kütüphanenin tozlu raflarında sabırla bekleyen Mavi Kitap’ın da rolü büyük. Ne de olsa gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var.
(29 Mart 2015)