1970’lerin bir gazete haberinden fırlamış gibi duran bu başlık, aslında geçen hafta gerçekleşen bir ziyaretle ilgili. Artık hiçbir resmi görevi bulunmayan ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in bu şahsî ziyareti yine de haber değeri taşıyor. Ne de olsa Rusya’ya özel bir ziyaret gerçekleştiren herkes Vladimir Putin’le baş başa görüşme fırsatını yakalayamıyor.
92 yaşındaki bu eski kurdun bizzat Putin tarafından kabul edilmesi, Kissinger’a uluslararası siyasette hâlâ ne kadar önem verildiğinin ve analizlerinin dikkatle dinlendiğinin bir göstergesi.
Başkan Nixon ve ardından Başkan Ford’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan, uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan, 1973 Nobel Barış Ödülü sahibi Kissinger’ın uluslararası siyasete olan ilgisinin hiç azalmadığı biliniyor. Yazdığı çok sayıda kitap, makale, ayrıca her yıl verdiği sayısız konferans, bu alanda çalışan herkes tarafından ilgiyle takip ediliyor.
Aslında Kissinger Putin’le ilk kez bir araya gelmiş değil; Rus basınında yazıldığına göre bu iki isim son yıllarda toplam 10 kez başbaşa görüşmüşler. Görüşmelerin içeriği hakkında ayrıntılı bilgi alma imkanı tabii ki yok; ama Kissinger’ın hazır Moskova’ya gitmişken verdiği bir konferansın içeriğine bakmak, gene de bir fikir verebilir.
Henry Kissinger, konferansında kariyerinin büyük bir bölümünü ABD-Rusya ilişkileri üzerine kafa yormakla geçirdiğini hatırlatmış. Bu iki ülkenin birbirini düşman değil, pek çok alanda rekabet eden, ancak işbirliği imkanlarını da kullanan iki partner olarak görmesi gerektiğini söyleyen Kissinger, “Rusya kaçınılmaz olarak yeni dünya düzeninin temel oyuncularından biri,” diyor.
Kissinger, Rusya’nın “Batı” dünyasıyla olan ilişkilerindeki sorunları elbette görmezden geliyor değil. Ancak mesela Ukrayna konusunda, her ne kadar Kırım’ın Rusya tarafından ilhakının yanlış olduğunu söylese de, Batı’nın da bu dosyada çok sayıda hata yaptığını belirtiyor. Ona göre, Ukrayna’ya ne Batı ne de Rusya bir “ileri karakol” muamelesi yapmalı. Aksine Ukrayna, bu iki kesimi birleştiren bir köprüye dönüştürülmeli. Malum, köprüler iki yakayı birbirine bağlamak gibi önemli bir işlev üstlenirler. Bu durum o iki yaka için belki olumludur; ancak bunun köprüye ne faydası olur, o biraz daha tartışmalı bir konu.
Kissinger, Suriye’nin Rusya için taşıdığı jeopolitik öneme de değinmiş ve bu konuda ABD ve Rusya’nın birbirlerinin çıkarlarını anlayarak ortak bir çözüm geliştirmeleri gerektiğini vurgulamış. Bunu başarırlarsa, iki ülkenin yeni dünya düzeninin şekillendirilmesinde başrolü oynayacaklarını da söylemeden edememiş.
ABD-Rusya ilişkilerinin Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana yaşanan en ciddi kriz döneminden geçtiği sık sık yazılıyor. Ukrayna ya da Suriye hakkında iki ülkenin devamlı görüştükleri, ancak anlamlı bir uzlaşmaya henüz varamadıkları da bir gerçek. Bunun temel sebebi, ABD ve Rusya’nın küresel bir stratejik çerçeve üzerinde hâlâ tam anlamıyla anlaşamamış olmaları. Bu türden bir çerçeve oturtulabilirse ve Kissinger’ın deyimiyle “kalıcı dostâne bir diyalog” hayata geçirilebilirse, aslında her biri kendinden çok daha büyük anlamlar taşıyan Suriye ve benzeri sorunların çözümü de hızlanabilir.
Ne var ki 2016’nın dünyası Washington ve Moskova’nın üzerinde anlaştıkları her çözümü herkese olduğu gibi kabul ettirebilecekleri bir dünya değil, zira uluslararası siyasette kendine alan açmaya çalışan çok sayıda oyuncuyu yok saymak mümkün değil. Zaten Kissinger konuşmasında, bu oyunculara bakışta da bir ortaklaşma gerektiğini hatırlatmış.
Kissinger elbette “tıpkı Yalta’da yaptığımız gibi” dememiş. Halbuki demiş olsaydı, 1945 yılında orada Roosevelt ve Stalin dışında bir üçüncü liderin daha bulunduğunu hatırlatmış olurdu.
(7 Şubat 2016)