2014’ün Ekim ayında İsveç’te işbaşına gelen ve Sosyal Demokratlar’la Yeşiller’den oluşan Stefan Löfven hükümeti, dış politikada salt çıkarların değil, etik değerlerin de hâkim olması gerektiğini savunan bir söylemle iktidara taşınmıştı. Yeni hükümetin aldığı ilk önemli diplomatik karar Filistin’i tanımak olmuş, İsveç’in bu tavrı diğer Avrupa ülkelerini de harekete geçmeye teşvik etmiş ve neticede Fransa’dan İspanya’ya kadar birçok AB ülkesi Filistin’i tanımaya karar vermişti.
İsveç’in “ilkeli dış politikanın gereği” olarak aldığını söylediği bu karara İsrail sert tepki göstermiş, bu tavrın barışı değil, aksine çatışmayı teşvik edeceğini iddia etmişti. Hatta İsrailli politikacılar arasında İsveçli siyasetçileri “akılları bir karış havada olmakla” itham edenler dahi olmuştu.
İsrail’den sonra İsveç’in kızdırdığı bir diğer ülke Suudi Arabistan oldu. İsveç hükümeti, iki ülke arasında 2005 yılında imzalanmış ve geçerlilik süresi dolan savunma sanayi işbirliği anlaşmasını yenilemeyeceğini açıkladı ve bu kararın Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlalleri ve kadınların uğradığı ayrımcılıklar nedeniyle alındığını duyurdu. Bir önceki merkez sağ hükümetin Suudi Arabistan’la ortak silah fabrikası kurmayı dahi tasarladığı düşünülürse, İsveç’teki yeni yönetimin çok kesin bir tavır değişikliğine gittiği ortada. Zaten ülkenin Dışişleri Bakanı Margot Wallström, bu kararı duyurduktan sonra attığı bir tweet’te “demokrasi ve insan hakları konusunda net bir tavra sahip olmaktan gurur duyuyorum” dedi. Wallström, İsveç hükümetinin takip ettiği çizgiyi “feminist dış politika” olarak da tanımlıyor.
2014 yılında Suudi Arabistan’a 39 milyon dolar değerinde silah satan İsveç’in bundan böyle bu ülkeyle silah ticareti yapmamaya karar vermesi, İsveç’in önemli gelir kaynaklarından birini oluşturan ve ülkede 30 bin kişiye istihdam olanağı sağlayan silah sanayiini ne derece etkiler şimdiden kestirmek zor, ama dünyanın en fazla konvansiyonel silah satın alan ülkesi olan Suudi Arabistan’ın hemen başka satıcılar aramaya başladığını tahmin etmek zor değil.
İki ülke arasındaki kriz, sadece silah ticaretiyle de ilgili değil. Suudi Arabistan, Bakan Wallström’ün geçtiğimiz günlerde Arap Ligi toplantısında yapmayı planladığı bir konuşmayı da engellemişti. Zira Wallström’ün bu konuşmasında Suudi rejimini ifade özgürlüğü, internet yasakları ve kadın hakları konusunda sert bir dille eleştirmesi bekleniyordu. Riyad rejimi ise kendisine bu konularda yöneltilen eleştirileri genellikle “içişlerine karışmak” şeklinde yorumluyor. İki ülke arasındaki gerginlik o derece arttı ki, Suudi Arabistan Stockholm’deki büyükelçisini de geri çekti.
İsveç hükümetinin kararıyla birlikte, hem petrol varlığı hem de bölgede İran’ı dengeleyen stratejik rolü nedeniyle şimdiye dek “dokunulmaz” kabul edilen Suudi Arabistan’la bir Batı ülkesi ilk defa arasını bu derece bozmayı göze almış oldu. İsveç’in tavrının diğer Avrupalı ülkeler tarafından takip edilip edilmeyeceğine dair henüz bir işaret yok. Ancak işbirliği yapılan ülkeleri seçerken bir takım etik kriterler belirlemek gerektiğine dair, aslında hayli eski olan bir tartışma yeniden alevlenmiş durumda.
ABD’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiklerinden İsrail’in ardından Suudi Arabistan’la da Avrupalı devletlerin arasının açılması ise, muhtemelen sadece etik kaygılarla açıklanamayacak bir durum da yaratıyor. Belki de ABD-Rusya gerginliği nedeniyle manevra alanı giderek daralan bazı Avrupalı güçler, kendi oyunlarını kurma arayışını farklı yöntemlerle denemeye devam ediyordur.
(15 Mart 2015)