“Hepimiz” Brüksel miyiz?

22 Mart Salı günü Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirilen terör saldırısı dünya gündemine damgasını vurdu. IŞİD’in üstlendiği ve gündelik hayat gailesi içindeki 30’u aşkın sivilin hayatına mal olan saldırı, radikal İslamcı terör ve bununla mücadele konusundaki tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Hedef olarak Brüksel’in seçilmesi elbette “Belçika’yı vurma” amacından kaynaklanmıyor. Brüksel’in saldırıya uğraması, bu şehrin Avrupa Birliği ve NATO’ya evsahipliği yapmasının bir sonucu.

Bu çarpıcı eylem, toplumların bu tür saldırıları nasıl algıladıkları ve ne tür tepkiler verdikleri konusunu da gündeme getirdi.

Tıpkı 2015’in Ocak ve Kasım aylarında Paris’te yaşanan saldırılar ertesinde gözlemlendiği gibi, Brüksel saldırısının ardından Belçika’nın dost ve müttefiki ülkelerde bayraklar yarıya indirildi; saygı duruşları yapıldı; “Je suis Bruxelles” (Ben Brüksel’im) yazıları ortalığı kapladı; görmeye (maalesef) giderek alıştığımız tarzda karikatürler çizildi; Eiffel kulesi başta olmak üzere dünyanın birçok yerindeki ünlü binalar saldırıya uğrayan ülkenin bayrak renklerinde aydınlatıldı; dayanışma, işbirliği ve ayakta kalma mesajları birbirini kovaladı.

Bir taraftan da hangi ülkelerin, toplumların ya da aynı toplum içindeki hangi grupların bu mateme katılıp katılmadığı üzerinden “bizler-onlar” tanımlamaları gözden geçirildi. Elbette hükümetler düzeyinde başsağlığı ve dayanışma mesajları eksik olmadı. Ancak dünyanın farklı yerlerindeki terör olaylarını her ülkenin ya da her toplumsal kesimin aynı şekilde algılamadığı, sırf sivil kayıplar söz konusu olduğunda bile yukarıda sıralanan tepkilerin her zaman ve her ülkeye dair verilmediği ortada.

Türkiye örneğinde sık sık görüldüğü gibi, bir terör eylemi ardından ülke içinde bile bir duygu birliği sağlanamazken yabancı ve uzak diyarlardan empati beklemek belki de pek gerçekçi değil. “Öteki” olarak gördüğünün başına bir felaket geldiğinde sevinenlerin verdiği sefil görüntü ise zaten dramatik.

Terör eylemlerinin genel amacı, hedef aldıkları ülkeyi ya da ülkeleri bir şey yapmaya yönledirmek, yani bir anlamda bir davetiye göndermek. Aynı şekilde, onları yaptıkları herhangi bir şeyden vazgeçirmek de amaçlanıyor olabilir. Örneğin 11 Eylül saldırıları ABD’nin Afganistan’a ve ardından Irak’a müdahale etmesi sonucunu doğurmuş; ABD askerî anlamda bu coğrafyaya çekilmişti. Mart 2004’te Madrid’i vuran terör eylemi ise birkaç gün sonraki genel seçimlerde iktidarın değişmesi ve yeni yönetimin Irak’taki İspanyol birliklerini geri çekmesi sonucunu doğurmuştu.

Suriye ve Irak’ta alanı giderek daraltılan IŞİD’in, cepheyi Avrupa’ya doğru genişleterek varlığını devam ettirmeye çalıştığı anlaşılıyor. IŞİD yaptığı eylemler ve seçtiği hedefler üzerinden toplumların içindeki fay hatlarını kullanıp siyasal yarılmaları derinleştirmeye çalışıyor, hedef aldığı ülkelerin günlük işleyişini aksatmak istiyor. Saldırının hemen ardından Avrupa’daki aşırı sağ akımların, teröristlerin kimliğini vurgulayarak, mülteci ve göçmen karşıtı ya da yabancı düşmanı söylemleri coşkuyla dile getirmeleri bu amaca kısmen ulaşıldığını da gösteriyor.

IŞİD eylemleriyle demokratik yapıları aşındırıyor, “Batı” toplumlarının “Doğu”ya dair algılarını yönlendiriyor, farklı toplumsal kesimler arasında karşılıklı kuşkuları körüklüyor ve hedef aldığı ülkeleri iç kargaşaya sürükleyerek kendine alan açmaya çabalıyor.

Bu saldırıların kaldırdığı toz bulutu, demokrasiye ve çoğulculuğa sahip çıkma niyetindeki toplumsal kesimlerin sesini duyuramaz hale getirir, ülkeleri ve toplumsal kesimleri işbirliğine değil de kavgaya yönlendirirse, “hepimiz”den bahsetmek pek mümkün olmayacak.

(27 Mart 2016)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s