Geçen Cuma akşamı Paris’i kana bulayan terör saldırıları uzun bir süre daha dünya gündeminde kalmaya devam edecek. Saldırının siyasal ve diplomatik sonuçlarını şimdiden hissetmeye başladık bile.
Terör saldırıları belirli siyasal amaçlara ulaşmak üzere gerçekleştirildiğine göre, bunda şaşılacak bir durum yok. Acaba Fransa ne yapıyordu da bu eylemle yapmaktan vazgeçmesi istendi ya da ne yapmıyordu da bu saldırıyla yapması sağlandı?
Bir haftada yaşananları gözden geçirelim: öncelikle bu saldırının Fransa’daki sosyalist hükümeti ve cumhurbaşkanını zor duruma düşürdüğüne şüphe yok. Katliamdan sonra kısa bir süre için gözlemlenen siyasal birlik duygusu yerini hızla eleştirilere ve kavgaya bıraktı zaten. Cumhurbaşkanı Hollande’ın Pazartesi günü Fransız Millet Meclisi ve Senatosu’nun ortak oturumunda yaptığı konuşmanın hemen ardından yapılan tartışmalar, iktidarı sıkıntılı bir dönemin beklediğinin habercisiydi.
Bunun dışında, Schengen bölgesi içindeki sınırlarda pasaport kontrollerinin başlamasına, Fransa’da üç ay süreyle olağanüstü hal ilan edilmesine, “radikal” olarak tespit edilen kişilerin eğer yabacı iseler sınırdışı edilmeleri, çifte vatandaşlıkları varsa Fransız vatandaşlıklarının düşürülmesi gibi uygulamaların başlamasına, camilerdeki vaazların Fransızca olarak verilmesi zorunluluğu gibi tekliflerin gündeme getirilmesine tanık olduk. Son dönemde Fransa’da yaşanan terör eylemi zanlılarının tamamının istihbarat servisleri tarafından zaten takip edilmekte olduğunun ortaya çıkması, ülkedeki emniyet tedbirlerinin sıkılaştırılması taleplerini de gündeme getirdi. Zaten bir hayli sorunlu olan mülteci politikası da bu ortamdan elbette etkilenecek.
Fransa’daki aşırı sağ akımların, özellikle de Marine Le Pen’in başını çektiği Ulusal Cephe (Front national) partisinin yükselişe geçip geçmediğini ise Aralık ayındaki bölgesel seçimlerde gözlemleme imkanına kavuşacağız. Bu ortamda FN’in zaten bir süredir yükselme eğilimi içinde olan oylarında önemli artışlar olması şaşırtıcı olmayacak.
Dış politika alanında ise Fransa, özellikle Avrupa Birliği nezdinde daha sıkı bir güvenlik ve istihbarat işbirliği talep etmeye başladı. Ancak bir Avrupa İstihbarat Ajansı kurulması gibi tekliflerin hayata geçirilmesi zor görünüyor. Özellikle de Almanya İçişleri Bakanı’nın bu teklif karşısında hemen “bu bir enerji kaybı olur” diye tepki vermesi ortadayken.
AB bünyesinde şimdilik dikkatlerin terör yapılanmalarına karşı biraz fazla müsamaha gösterdiği iddia edilen Belçika üzerinde yoğunlaştığını söylemekte de yarar var.
Fransa için en önemli dış politika değişimi ise Suriye konusunda oldu. Uzun bir süre “ne Esad ne Işid” siyaseti güden Paris’in, “Suriye’deki düşmanımız Işid’dir” açıklamasının, ayrıca arasının bir süredir bozuk olduğu Rusya’yla yakınlaşma sinyalleri göndermesinin önemli sonuçları olacak.
Saldırının hemen ardından İran’ın ve hatta Lübnan Hizbullahı’nın da Fransa’ya oldukça sıcak mesajlar göndermesi, elbette Suriye meselesiyle yakından ilgili.
Bu arada Fransa’nın 2013’te önemli bir askeri harekata giriştiği Mali’de de önemli bir terör eyleminin gerçekleşmiş olması Fransa’nın dış politikadaki manevra alanını daha da daraltacak gibi görünüyor.
Tüm bunlar olurken, futbol maçı izlemek, konser dinlemek ya da dostlarıyla buluşup kafede oturmak dışında bir suçu olmayan Parisliler yaralarını sarmaya ve yeni bir saldırı olursa ne yaparız kaygısı taşımaya devam ediyor. Ülkelerin dış politikalarının vatandaşlarının hayatıyla ne kadar yakından ilgili olduğu böylelikle tekrar tekrar ortaya çıkıyor.
Bu puslu ortamda ümit verici tek şey ise sanatın, kültürün ve medeniyetin, Paris şehrinin armasında yazdığı gibi zaman zaman yalpalasa da, batmayacağına olan inanç.
Paris her şeye rağmen insanlığın zihninde ölümü değil, hayatı temsil etmeye devam edecek.
(22 Kasım 2015)