Bir de Çin var

Son dönemde öne çıkan bir takım uluslararası krizlerin gidişatı, dünyanın Soğuk Savaş yıllarını andırır biçimde yeniden ABD-Rusya arasındaki bir çekişme ve paylaşım dengesine doğru evrildiği yönündeki tezleri güçlendiriyor. Örneğin Suriye’de artan Rus askeri varlığı, bu bölgedeki krizin Rusya ve ABD tarafından, IŞİD’in temel hedef olarak kabul edildiği bir zemini esas alarak çözüleceğine dair tahminleri doğrular nitelikte. Başka güçlerin buna ne derece razı olacakları, razı olmayanların da hangi yöntemlerle razı edilmekte oldukları ayrı bir yazının konusu.

Tüm bunlar olup biterken, küresel sistemin geleceği bakımından gözden kaçırılmaması gereken boyut ise Asya’nın doğusundaki gelişmeler. Bu coğrafyadaki oyuncular arasında giderek tırmanan gerginlik, orta vade için hiç de itimat telkin edici değil. Bölgedeki temel güç olan Çin’in dünya siyasetindeki ve ekonomisindeki ağırlığı da malum.

Dolayısıyla Çin’in ABD ile yürüttüğü ilişkiler de küresel sistemin geleceği açısından hayati önem taşıyor. ABD’nin kendini artık sık sık bir “Pasifik Okyanusu gücü” olarak tanımladığını ve bu coğrafyadaki dengelere büyük önem verdiğini hatırlamakta  yarar var.

Aslında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD ile olan ilişkileri, Soğuk Savaş döneminde de “oyun değiştirici” önemde olmuştu. Ping-Pong Diplomasisi ile başlayan, ardından ABD Başkanı Richard Nixon’un Pekin’i ziyaretiyle sonuçlanan ABD-Çin arasındaki yumuşama, 1970’lerin dünyasında stratejik deprem etkisi yaratmıştı.

Tüm bu sebeplerle, geçen Salı günü başlayan resmi bir ziyaretin dikkatlerden kaçması düşünülemezdi. Çin’in bir numaralı ismi Xi Jinping’in altı günlük ABD gezisi, gerçekten de iki ülke arasındaki ilişkilerin bundan sonraki seyrini belirleyecek önemde oldu.

ABD’nin Pasifik kıyılarındaki Seattle şehrinde başlayan, Boeing ve Microsoft’un merkezlerinden geçtikten sonra New York’taki BM Genel Kurulu’nda Xi’nin yaptığı konuşmayla sona eren seyahat, Pekin ve Washington arasındaki gerilimin nispeten yüksek olduğu bir zaman dilimine denk geldi.

2013’te yönetime gelen Xi’nin, Çin’in askeri varlığını yakın coğrafyasında güçlendirmeye yönelik bir politika benimsediği biliniyor. Çin Denizi’ndeki aidiyeti tartışmalı ada, adacık ve kayalıklarla ilgili tutumu, bunlarla bağlantılı olarak da karasuları ve kıta sahanlığı paylaşımı konusundaki tavrı nedeniyle Xi, genellikle “şahin” olarak değerlendiriliyor ve komşu ülkelerin (ve onların müttefiki ABD’nin) tepkisini çekiyor.

Washington ayrıca Çin yönetimini, ABD’deki resmi kurumları ve firmaları hedef alan hacker saldırılarından da sorumlu tutuyor. Çin bu ithamları reddediyor ama çok ikna edici olduğu söylenemez.

Daha önce baş başa beş kez görüşen Çin ve ABD devlet başkanları, her görüşmelerinde o sıralar tırmanan gerilimi dindiriyor, fakat aralarındaki sorunlara hiçbir kalıcı çözüm de getirmiyor. Bu arada yeni işbirliği alanları tespit ediliyor ve özellikle ekonomik ilişkilerde bir bahar havası esiyor. Bu bağlamda, iki ülke arasındaki İkili Yatırım Antlaşması müzakerelerinin gayet olumlu ilerlediğini de belirtelim.

Tayvan meselesi, ABD’nin Doğu Asya’daki askeri varlığı ya da Çin’in izlediği para politikası gibi konularda iki ülke arasında sık sık sürtüşmeler yaşanıyor. Ancak bu sorunların mutlaka nihai bir çözüme kavuşması gerekmiyor; bunlar da oyunun bir parçası. Kontrollü gerginlik politikası böyle bir şey.

Dünyanın ağırlık merkezi giderek Pasifik Okyanusu’na doğru kayarken, ABD’nin Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Afrika’daki sorunları Rusya’yla birlikte yönetilebilir hale getirmeye çalışması da gayet anlaşılır bir durum.

(27 Eylül 2015)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s