Karar Vermek ya da Vermemek
IŞİD öyle bir örgüt ki, bölgesel ve küresel tüm güçler ve akla gelebilecek tüm uluslararası kuruluşlar ona karşı, ama bir türlü hakkından gelinemiyor.
Bir taraftan da -nasıl adlandırılacağı üzerinden dahi politika yürütülen- bu örgüte karşı koalisyon kurma çabaları devam ediyor. Mücadele edilecek düşman kağıt üzerinde belli, ama kim kimin koalisyonuna katılacak da mücadele edecek, mücadele ederken kimler müttefik olarak kabul edilecek, bir türlü belli olamıyor.
Hatta “mücadele” derken tam olarak kim neyi kastediyor, mesela mücadelenin sonucunda ne elde edilmek isteniyor gibi ayrıntılar da kesinleşmiş değil.
Belki de tüm bu pazarlık ve ittifak kurma/kurulmuş ittifakları bozma süreci, bu örgütle mücadelenin kendisinden daha önemlidir.
IŞİD militanlarının 13 Kasım Cuma günü Paris’te düzenlediği katliamın ardından bu karmaşık süreçte yeni bir kırılma yaşandı ve Fransa’nın iç ve dış politikasında önemli değişimler başladı. Bu değişimler, Ocak ayındaki Charlie Hebdo saldırısı ardından yaşanan değişimlerden çok daha çarpıcı. Örneğin araları bir süredir gayet bozuk olan Fransa ve Rusya bu sefer bir yakınlaşma süreci içine giriverdiler.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande saldırılardan sonra yoğun bir diplomasi trafiği içine girmiş ve bir hafta içinde aralarında Barack Obama, David Cameron, Angela Merkel ve Mateo Renzi’nin de bulunduğu çok sayıda liderle yüz yüze görüşme gerçekleştirmişti. Ancak bu görüşme trafiğinin en önemli durağı, Moskova’ya giderek Vladimir Putin ile buluşması oldu.
Hollande-Putin görüşmesinin temel konusu, IŞİD’e karşı Suriye coğrafyasında sürdürülen mücadelenin nasıl koordine edileceği üzerineydi. Ukrayna krizi nedeniyle araları açılmış olan bu iki ülkenin işbirliği geliştirme yolları aramaları başlı başına önemli. Örneğin Fransa Suriye açıklarına Charles-de-Gaulle uçak gemisini gönderme kararı alır almaz, Putin’in bölgede bulunan kendi deniz kuvvetlerine “Fransızlarla doğrudan temas kurun ve onlara müttefikiniz olarak davranın” talimatı verdiği basına açıklandı. Deniz kuvvetleri arasındaki işbirliğinin özel bir anlamı var, zira Fransa daha geçen sene Rusya’nın siparişi üzerine inşa edilen ve parası da ödenmiş iki Mistral tipi savaş gemisini bu ülkeye teslim etmeyi – iki ülke arasındaki kötü ilişkileri gerekçe göstererek – reddetmişti. Demek ki köprülerin altından bir hayli su akmış.
Fransa Cumhurbaşkanı, Paris saldırılarının hemen ardından Suriye’deki düşmanlarının IŞİD olduğunu ve bu düşmana karşı savaşan güçlerin işbirliği yapması gerektiğini de söyledi. Zaten Vladimir Putin de Eylül sonunda New York’taki BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “IŞİD’e karşı küresel bir koalisyon kurulması” çağrısında bulunmamış mıydı?
Bu ortamda Fransa “Esad’sız çözüm” söylemini ne derece sürdürebilecek, ona da karar vermesi gerekiyor.
Hâlâ kendi aralarında uyumlu politikalar geliştiremeyen Batı ittifakı üyelerini Rusya’nın hava sahalarını sık sık ihlal etmek de dahil pek çok yöntemle birbirleriyle kenetlenmeye itmesi bakalım bu mücadeleyi hızlandıracak mı? Yoksa tam tersine, devletler arasında kontrol altında tutulması gittikçe zorlaşan farklı bir süreç mi tetiklenecek? Bu sorunun yanıtını, Rusya’nın kendisine Ortadoğu’daki esas muhatabı olarak gördüğü ABD nasıl bir yol izleyeceğine kesin olarak karar verir ve bunun gereğini yapmaya başlarsa göreceğiz.
1945’te Stalin’in Türkiye’den olmadık taleplerde bulunduğu ve bu yüzden Ankara “mecburen” Batı ittifakına yapıştığı dönemde ABD herhangi bir kararsızlık içinde değilmiş demek.
(29 Kasım 2015)